4 Kasım 2008 Salı

Bizim Mahalle

Çocukluğum Ünye'nin Gazi Mahallesinde geçti. Mahallenin resmi adı o zamanlar Saraçlı Mahallesi olmasına rağmen bizim olduğumuz kesim olan Niksar Caddesi'nin çıkış tarafına Gazi Mahallesi denirdi. O zamanlarda mahallenin oluştuğu arazinin büyük çoğunluğu kimbilir belki de tamamı Hacı Gazi'ye ait olduğundan bu adla anılırdı muhit.

Çok fazla ev yoktu o zamanlar mahallede, caddeden geçen araç sayısı ise bir elin parmaklarını geçmezdi. Bir kaç taksi ve bir de her gün Akkuş seferi yapan Bayram'ın kamyonu. Sabah Ünye'den yük ve yolcu alarak gider, ikindi saatlerinde ise geri dönerdi. Hani Cahit Külebi demiş ya: "Kamyonlar kavun taşır", Bayram'ın Kamyonu da ne bulursa taşırdı. En çok dönüşü kalmış aklımda. Kamyonun kasası ve şoför mahalli denilen kupasının üzeri tepeleme insan dolu olurdu. Hele çarşamba günleri. Ünye'nin en eski şoförlerinden biri olmasına rağmen ehliyeti yoktu Bayram Amcanın.

Hacı Gazi yaptırdığı için O'nun adı verilen camiye çıkan yokuşun alt başındaydı evimiz. Caminin imamlığını o devrin ünlü hocalarından Kıbrıslı Hoca namlı Sabri Hoca yapardı. Her namaz vaktinde evimizin önünden geçerdi. Geldiğini uzaktan görünce koşar önüne çıkardık mahallenin çocuklarıyla. Her defasında gülerek karşılardı bizi rahmetli, cebinden ya bir lokum ya da şeker çıkarır verirdi bize. Her defasında hem de. Şekeri veya lokumu yoksa başımızı okşardı sevgiyle. Hep cebinde olduğunu bildiğimiz esans kutusunu çıkarır parmağıyla kokulu pamuğa bastırır saçımıza sürerdi. Allah rahmet eylesin çok iyi bir adamdı Gıbrıslı Hoca.

Yokluk zamanlarıydı, tutumlu olmayı öğretirlerdi aileler çocuklarına. Hep de aynı örneği verirlerdi. Hacı Gazi'nin zenginliğini anlatırlardı. Bir zeytini üç defa ısırarak yediğini, bir kahvaltıyı iki zeytinle bitirdiğini söyler ve idareli olma konusunda örnek olarak Gazi'yi gösterirlerdi. Çok uzun boylu ve yapılı bir adamdı. Atıyla görürdüm çoğu zaman. Çok büyük bir evi vardı. Üç katlı ve müştemilatı olan bir evdi. Hala zeytin yerken anımsarım rahmetliyi ve bize verilen öğütleri.

Akşam vakti geldiğinde Kazım Amca'yı beklerdik. Topal Kazım derlerdi, ayakları dizden kesikti nedense. Arabası vardı. Bisiklet pedalından yapma elle çevirdiği bir mekanizma ile sürerdi üç tekerlekli arabasını. Görüş alanımıza girdiğinde hemen koşar karşılardık. O da hep gülümserdi bize. Geçerdik arabanın ardına itmeye başlar, evine kadar götürürdük. O da yorgunluğunu atardı biraz bırakarak el pedalını çevirmeyi.

Mahallenin tek bakkalı Hasan Amca vardı komşumuz. Tokil Hasan derlerdi nedense. Kağıt külahla yüz gram zeytin, beş kuruşa iki dıgıl (tane) cam şeker alındığı, sana yağının yarım, zeytin yağının şişeyle tartılarak satıldığı zamanlardı. Evde ekmek yokmuş gibi gidip yirmi beş kuruşa çeyrek ekmek alıp yediğimizi hatırlarım. Elektriksiz yıllardı. 14 numara gaz lambası karanlığında kerrat cetveli ezberlediğimiz yıllar. Evlerde gaz ocağıyla yemek yapılır, bakkallarda litreyle gaz satılırdı.

Bayramlarda en çok Tokil Amca'nın elini öpmeyi severdim. Leblebi ve üzüm kurusu karışımından avuçlar verirdi bize rahmetli. Buz dolabı vardı o yıllarda buzdolabı değil. Bakkalın giriş kapısının sağında, yer altına kutu gibi bir yer yapmıştı gazozlar için, sadece gazoz vardı zaten meşrubattan. Nereden getirirdi bilmiyorum ama gazozların yanına buz kalıpları koyardı hep.

Çarşamba günleri köylerden eşek ve katırların iki yanındaki hey(küfe)leri sebze meyve dolu pazara inenler, dönüşlerinde mutlaka Tokil Amca'ya uğrar bir gazoz içip dinlenir, ekmek,tuz ve şeker alarak dönerlerdi evlerine.

Çarşıya pazar alışverişi yapmaya sepetlerle gidilirdi. Beş liraya tüm pazar ihtiyaçlarının görüldüğü günlerdi. Çarşıda doldurulan sepetler dönüşte mahallenin sepet servisine teslim edilirdi. Sepet servisi de ne mi dediğinizi duyar gibiyim. Pazar alışverişi yapanlar dolu sepetleriyle dönmez, mahallede bu işi yapan hamal arabası tabir ettiğimiz arabacılara verirlerdi. Kendileri yaya olarak eve döner, bir müddet sonra sepetler kapılarına kadar getirilirdi. Mahallenin müteşebbis hamal arabası işletmecileri çarşamba günleri bu işi yaparlardı. Küçük bir ücret mukabilinde. Hayret ederdim onca sepeti nasıl birbirine karıştırmadan tanıyıp teslim ettiklerine.

Gurup İsin namlı İsin Amca vardı bu işi yapan, bir de Armut Gurusu. İsin Emmi sepetleri teslim edince hemen geri dönerdi, iki oğlu vardı yaşıttık Memet ve Ali ile. Dönüşlerinde boş gittikleri için bazen binerdik arabaya üçümüz sefa yapardık hamal arabasında çarşıya kadar. Armut Gurusu eski güreşcilerdendi. Çocuklara hep güreş oyunlarını öğretirdi. Çok haz alır ve heyecanlanırdı, bazen kızardı taktik verirken. Acaba hala var mıdır sepet servisi yapanlar?

Su yoktu evlerde, güğümlerle taşınırdı sular, mahalle kuyularından. Herkesin kuyusu da yoktu. Her kuyunun bir adı vardı, sahiplerinin adlarıyla anılırdı bu kuyular. Dişçi Kuyusu, Köselerin Kuyusu, Gazinin Kuyusu gibi. Kuyu başları ayrı bir şenlik olurdu biz çocuklar için.

En başta söylediğim gibi yokluk ve yoksulluk zamanlarıydı. Fakat şimdi dönüp baktığımda anlıyorum ki en güzel zamanlarmış. Samimiyetin, dostluğun, yardımlaşmanın olduğu, mahalle hayatını şimdi özlemle ve tebessümle anıyor ve arıyorum.

2 yorum:

Babayavaş dedi ki...

Sevgili Kuşcu ağabey,
Yine bir solukta okunacak akıcılıkta bir yazı. Teşekkür ederim. Yanlız şu bizim hikayeyi de unuttuğumu sanma. Gara ile beyazın hikayesi hani .:))) tekrar hayırlı ve uğurlu olsun ağabeyciğim

Adsız dedi ki...

bir orta saraçlı sakini olarak yazıyı okurken sanki o günler gözümde tekrar canlandı.çok teşekkürler.