18 Kasım 2008 Salı

Ercep Emmi


Yıllar önce, Ünye'nin köylerinden birinde yaşayan Recep İnce adlı vatandaş komşusu tarafından dava edilir.

Duruşma günü erkenden köyünden kalkmış gelmiş, duruşmanın yapılacağı salonun kapısında hazır olarak bekler.
Bir zaman sonra içeriden çıkan mübaşir:
-Recep İnce!
Deyince fırlar yerinden Recep Emmi. İçeri girer, gösterilen yere oturur.
Kalbi fırlayacak gibidir yerinden.

İlk defa mahkeme ve hakim yüzü görmüştür zira, ürkek, çekingen bir halde açıkçası biraz da korkmaktadır.

Okur yazarlığı yoktur, askerlikten sonra devlet dairesine beş sene önce uşaklarının nüfus cüzdanlarını çıkarmak için gitmiştir ilk defa. O da muhtarın zorlamasıyla.

Davacıların vekili iddiaları sıralamaya başlar.
Hakim bir yandan dava vekilini dinlerken diğer yandan önündeki dosyayı karıştırır.
Dava vekilinin sözü bitince hakim bizimkine döner, bir taraftan da da dosyadan okur:

-Adı:Recep, hımm.
- !!?

-Soyadı: İnce,
-!!??

Çok şaşırır Recep Amca, bir yandan da kendi kendine mırıldanır "yahu bu hakim nerden biliyor beni? "

-1324, Ünye doğumlu,

-Hasan oğlu, Halime'den olma.

Allah Allahh!!
Hakim her bir şeyini söylemiş, Recep Amca ise şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş bir halde küçüldükçe küçülür koca salonda...

Hakim başını kaldırarak, iddialarla ilgili sen ne düşünüyorsun anlamında;
- Söyle bakalım Recep İnce?
deyince bizimki yarı utangaç yarı korkuyla boynunu bükerek:
-Valla Reis Bey!

-Sen benim Ercep İnce olduğumu bildün.
-Ne diiiceemi de bilürsün!

der.
..............

10 Kasım 2008 Pazartesi

İLKKEZ (Bilinmeyen Bir Gazete)







1983-84 öğretim yılı…
Ünye Lisesi…
5 Fen D sınıfı…
Kendimizi sınıf olarak 5 Fen Deliler olarak tanımlardık…
Derslerden Edebiyat, hocalardan çok sevdiğim ve üzerimde çok emeği ve etkisi olduğunu her zaman hissettiğim Gülay Hoca…
Genç ve güzel Gülay Hocam…
Gülay ÖDÜKLÜOĞLU….
İlk görev yeri Ünye Lisesi, idealist ve her şeyiyle kendini Anadolu’nun bu kıyıcığında bizlere bir şeyler aktarabilmek için canfedakarane çalışıyor….
Konu dönem ödevi için hazırlanacak gazete…
Sınıfı üçe taksim etti hocamız, en kolay yolu ile cam tarafı bir ekip, duvar tarafı ve orta sıra diğer ekipler…
Aslında duvar tarafında oturuyorum o ders her nedense orta sıradayım, dolayısıyla orta sıranın ekibinde kalmış oldum …
Ekip; İrfan Yıldız, Hatice Aldemir, Nilüfer Varilci, Hatun Fidan, Turgay Pabuçoğlu, Sefine Karahasan, Ahmet Gerçeker, Necmetin Kalafat, Kerim Bayrak, Melek Özalp ve ben olmak üzere on bir kişiden oluşuyordu…
Sınıfta içten içe bir çekişme başladı, en iyi gazeteyi çıkarmak için…
Gazete derken bildiğimiz gazete kağıdına basılı bir gazeteden bahsetmiyorum. Bir kartonun üzerine daktilo ile yazılmış haber ve konuların yazılı olduğu kağıtlar kesilip yapıştırılacak…
Sınıftaki çekişme o hale geldi ki bizim ekipten Hatice çok hırslı ve heyecanlı;
-Arkadaşlar benim bir fikrim var!
-Nedir?
-Gazetemizi bastıracağız!
- !!?
çok şaşırmış ama heyecanlanmıştık da…
O zamanlar Çağrı Gazetesinde çalışıyor muydu neydi?
-Hasan Abi ile gidip görüşelim, O bize yardımcı olacaktır...
Toplandık ekip olarak gittik Özler Matbaasına. Hasan Abi’nin (Öz) de hoşuna gitmiş olmalı ki , bu fikri nasıl gerçekleştirebilirizi konuşmaya başladık ve sonunda Çağrı Gazetesinin bir hafta bizim tarafımızdan hazırlanıp ve yayınlanması, bizim için de sadece ismi değiştirilerek 200-250 adet gazete basılması doğrultusunda anlaştık…
Sevinç ve heyecanla ama bu fikri kimseye de sızdırmadan, saman altından su sızdırılacaktı. Görev dağılımı yapıldı. İsim konusunda da bir çok tartışmadan sonra Ünye Lisesinde daha önce yapılmamış bir olayı gerçekleştirdiğimiz için İLKKEZ isminde mutabık kaldık…

Heyecanla paylaşılan görevler konusunda hummalı bir çalışma başladı, herkes görevini bitirdiğinde matbaaya gidip çalışmalarımızı teslim ettik…

Bir hafta sonra İLKKEZ gazetesi hazırdı, o haftaki Çağrı ile içerik olarak aynı, sadece isimleri farklı idi…

Herkesi şaşırtmış ve başarmıştık, öğrenci olarak bu güne dek Ünye Lisesinde yapılamamışı yapmış ve bir gazete çıkarmıştık. Doğal olarak herkes bizi kutlayacak aferin size diyecekti, diğer iki gruptan da daha iyi bir iş çıkarmış olacaktık…
Beklenti buydu…
Gazete okula geldi. Üç yüz tanesi bize verilmişti, heyecanla tüm okula dört koldan dağıtmaya başladık…
Yirmi tanesini de öğretmen odasına gönderdik artık tepkileri ve tebrikleri alabilirdik!!
Çok geçmeden Gülay Hoca heyecanlı bir şekilde geldi;
-Nasıl böyle bir şey yapabilirsiniz??
-!!
-Kimden izin aldınız?
-!??
-Kime sordunuz çocuklar?
-!!
-Kaç tane basıldı bunlardan?
-Üç yüz hocam diyebildim sadece şaşkın ve üzgün bir halde.
-Bende yirmi tane var, iki saat içinde 280 gazeteyi istiyorum…
Dağıldık yıkılmış ve hayal kırıklığına uğramış bir biçimde tüm okulu dolaştık bulabildiklerimizi toplayıp getirip verdik Gülay Hocaya…
O gün bir anlam verememiştik bu olanlara…
Ertesi gün hepimizin ifadesi alındı müdür odasında..
Bunun bir ödev olduğu ve bu niyetle yapıldığı anlatıldı. Sıkıyönetim komutanlığınca inceleme yapılarak aynı doğrultuda üstlerine bilgi verildi ki , konu kapandı…
Sonradan anladık ki böyle bir gazete çıkarmak izne tâbi imiş, hem de dönem sıkıyönetim dönemi, yaptığımız işe bakın!!
Gülay Hoca ve okul yönetimi yaptığımız bu işten dolayı çok sıkıntı çektiler, neticede olayın boyutu anlaşıldı ve konu kapandı. Hocamız bize bir hafta ek süre verdi ve bu sefer beyaz karton üzerine diğer gruplarınki gibi bir gazete hazırladık, adını ne koyduk biliyor musunuz?
İkinci Atak!
Gülay Hocanın tayini o yıldan sonra İstanbul’a çıktı, hala orada görevini sürdürüyor, arkadaşların hepsi kendi iş ve güçlerinde, çoktan unuttular belki de o günleri, geriye dönüp bakınca gülüyorum yaptığımız işlere…
Hak etmişiz ama değil mi 5 Fen Deliler lakabını!!?

4 Kasım 2008 Salı

Bizim Mahalle

Çocukluğum Ünye'nin Gazi Mahallesinde geçti. Mahallenin resmi adı o zamanlar Saraçlı Mahallesi olmasına rağmen bizim olduğumuz kesim olan Niksar Caddesi'nin çıkış tarafına Gazi Mahallesi denirdi. O zamanlarda mahallenin oluştuğu arazinin büyük çoğunluğu kimbilir belki de tamamı Hacı Gazi'ye ait olduğundan bu adla anılırdı muhit.

Çok fazla ev yoktu o zamanlar mahallede, caddeden geçen araç sayısı ise bir elin parmaklarını geçmezdi. Bir kaç taksi ve bir de her gün Akkuş seferi yapan Bayram'ın kamyonu. Sabah Ünye'den yük ve yolcu alarak gider, ikindi saatlerinde ise geri dönerdi. Hani Cahit Külebi demiş ya: "Kamyonlar kavun taşır", Bayram'ın Kamyonu da ne bulursa taşırdı. En çok dönüşü kalmış aklımda. Kamyonun kasası ve şoför mahalli denilen kupasının üzeri tepeleme insan dolu olurdu. Hele çarşamba günleri. Ünye'nin en eski şoförlerinden biri olmasına rağmen ehliyeti yoktu Bayram Amcanın.

Hacı Gazi yaptırdığı için O'nun adı verilen camiye çıkan yokuşun alt başındaydı evimiz. Caminin imamlığını o devrin ünlü hocalarından Kıbrıslı Hoca namlı Sabri Hoca yapardı. Her namaz vaktinde evimizin önünden geçerdi. Geldiğini uzaktan görünce koşar önüne çıkardık mahallenin çocuklarıyla. Her defasında gülerek karşılardı bizi rahmetli, cebinden ya bir lokum ya da şeker çıkarır verirdi bize. Her defasında hem de. Şekeri veya lokumu yoksa başımızı okşardı sevgiyle. Hep cebinde olduğunu bildiğimiz esans kutusunu çıkarır parmağıyla kokulu pamuğa bastırır saçımıza sürerdi. Allah rahmet eylesin çok iyi bir adamdı Gıbrıslı Hoca.

Yokluk zamanlarıydı, tutumlu olmayı öğretirlerdi aileler çocuklarına. Hep de aynı örneği verirlerdi. Hacı Gazi'nin zenginliğini anlatırlardı. Bir zeytini üç defa ısırarak yediğini, bir kahvaltıyı iki zeytinle bitirdiğini söyler ve idareli olma konusunda örnek olarak Gazi'yi gösterirlerdi. Çok uzun boylu ve yapılı bir adamdı. Atıyla görürdüm çoğu zaman. Çok büyük bir evi vardı. Üç katlı ve müştemilatı olan bir evdi. Hala zeytin yerken anımsarım rahmetliyi ve bize verilen öğütleri.

Akşam vakti geldiğinde Kazım Amca'yı beklerdik. Topal Kazım derlerdi, ayakları dizden kesikti nedense. Arabası vardı. Bisiklet pedalından yapma elle çevirdiği bir mekanizma ile sürerdi üç tekerlekli arabasını. Görüş alanımıza girdiğinde hemen koşar karşılardık. O da hep gülümserdi bize. Geçerdik arabanın ardına itmeye başlar, evine kadar götürürdük. O da yorgunluğunu atardı biraz bırakarak el pedalını çevirmeyi.

Mahallenin tek bakkalı Hasan Amca vardı komşumuz. Tokil Hasan derlerdi nedense. Kağıt külahla yüz gram zeytin, beş kuruşa iki dıgıl (tane) cam şeker alındığı, sana yağının yarım, zeytin yağının şişeyle tartılarak satıldığı zamanlardı. Evde ekmek yokmuş gibi gidip yirmi beş kuruşa çeyrek ekmek alıp yediğimizi hatırlarım. Elektriksiz yıllardı. 14 numara gaz lambası karanlığında kerrat cetveli ezberlediğimiz yıllar. Evlerde gaz ocağıyla yemek yapılır, bakkallarda litreyle gaz satılırdı.

Bayramlarda en çok Tokil Amca'nın elini öpmeyi severdim. Leblebi ve üzüm kurusu karışımından avuçlar verirdi bize rahmetli. Buz dolabı vardı o yıllarda buzdolabı değil. Bakkalın giriş kapısının sağında, yer altına kutu gibi bir yer yapmıştı gazozlar için, sadece gazoz vardı zaten meşrubattan. Nereden getirirdi bilmiyorum ama gazozların yanına buz kalıpları koyardı hep.

Çarşamba günleri köylerden eşek ve katırların iki yanındaki hey(küfe)leri sebze meyve dolu pazara inenler, dönüşlerinde mutlaka Tokil Amca'ya uğrar bir gazoz içip dinlenir, ekmek,tuz ve şeker alarak dönerlerdi evlerine.

Çarşıya pazar alışverişi yapmaya sepetlerle gidilirdi. Beş liraya tüm pazar ihtiyaçlarının görüldüğü günlerdi. Çarşıda doldurulan sepetler dönüşte mahallenin sepet servisine teslim edilirdi. Sepet servisi de ne mi dediğinizi duyar gibiyim. Pazar alışverişi yapanlar dolu sepetleriyle dönmez, mahallede bu işi yapan hamal arabası tabir ettiğimiz arabacılara verirlerdi. Kendileri yaya olarak eve döner, bir müddet sonra sepetler kapılarına kadar getirilirdi. Mahallenin müteşebbis hamal arabası işletmecileri çarşamba günleri bu işi yaparlardı. Küçük bir ücret mukabilinde. Hayret ederdim onca sepeti nasıl birbirine karıştırmadan tanıyıp teslim ettiklerine.

Gurup İsin namlı İsin Amca vardı bu işi yapan, bir de Armut Gurusu. İsin Emmi sepetleri teslim edince hemen geri dönerdi, iki oğlu vardı yaşıttık Memet ve Ali ile. Dönüşlerinde boş gittikleri için bazen binerdik arabaya üçümüz sefa yapardık hamal arabasında çarşıya kadar. Armut Gurusu eski güreşcilerdendi. Çocuklara hep güreş oyunlarını öğretirdi. Çok haz alır ve heyecanlanırdı, bazen kızardı taktik verirken. Acaba hala var mıdır sepet servisi yapanlar?

Su yoktu evlerde, güğümlerle taşınırdı sular, mahalle kuyularından. Herkesin kuyusu da yoktu. Her kuyunun bir adı vardı, sahiplerinin adlarıyla anılırdı bu kuyular. Dişçi Kuyusu, Köselerin Kuyusu, Gazinin Kuyusu gibi. Kuyu başları ayrı bir şenlik olurdu biz çocuklar için.

En başta söylediğim gibi yokluk ve yoksulluk zamanlarıydı. Fakat şimdi dönüp baktığımda anlıyorum ki en güzel zamanlarmış. Samimiyetin, dostluğun, yardımlaşmanın olduğu, mahalle hayatını şimdi özlemle ve tebessümle anıyor ve arıyorum.